30 Kasım 2010 Salı

onlar yüzler binler

Sustum.
Duydun mu?
Suretim bir Ay'a bir güne baktı
Tıkır tıkır aktı zaman damardan
Albümdeki yüzler
türlü türlü, başka başka ..
Uçtu renkleri
ömre karıştı.
Albüme bakmadan
görebilirim
şimdi onları.

4 Kasım 2010 Perşembe

Varlık üzerine bir yokluk yazısı

Varlık, varlığın gelişim aracıdır.
Diğer bir varlığın gelişmesinde- isteyerek veya istemeyerek- hiçbir rol üstlenmeyen Varlık, bir süre karşılıksız beslenecek
daha sonra da diğer varlıklarca “unutulacaktır!”

“Varlığı yokluğu bir” denen insan cinsinin doğuşu,
kişinin, varolma sürecini kendi çemberinde tamamlama çabasıyla başlamıştır.
Sözü geçen bu varlıklar, kendi çemberlerinde döner dururlar.  Çemberleri onların dünyalarıdır. Dış dünyadaki herkesten emeklerini sakınırlar, paylaşacak bir fikirleri ise zaten kalmamıştır.

Etkileşim içindeki varlıklardan uzak durarak kendilerini koruduklarını, emek vermeyerek geçirdikleri bu süreçte yıpranmadıklarını düşünürler.

Bu eylemsizlik bir çürüyüşün manifestosudur oysa.
Varlığı yokluğu bir olmak,
Ölmek demektir.

Diğer varlıkları geliştirmeyen, kendini geliştirmeyendir. Kendini geliştirmeyen ise
Çemberinde çürüyen bir beden olmaktan öteye geçemez!

6 Ekim 2010 Çarşamba

İyi bir final için kılavuz

Dünyadaki tüm cisimler adını buldu. Belleklere küçük kelimelerle yerleştiler. Tüm süzcükler cümleleri oluşturmak için birer hazır asker. Fütursuzca kullanılmaya, hakaret cümleleri oluşturulmaya, kavgada tokat gibi yüzlere vurulmaya hazır kelimeler.

Kelimeleri başka türlü kullanmak da mümkün. İsterseniz tabi. Mesela susmak için kullanılabilir kelimeler.
Böylece daha çok şey anlatmış olursunuz yorulmadan.
Cevap verecek kudretiniz olduğunu bilir karşınızdaki, suratına haykırılacak, hesap sorulacak tek kişi olduğunu da bilir.
 Bu yüzden volümü yüksek içeriği kinli kelimeler bekler sizden…bekler..bekler…
Sonra ağzınızdan çıkmayan kelimeleri duymaya başlar kendi içinde. Cevabını kendi verir, cevabını kendi alır.

İşte o an duvara çarpmış gibi dağılır. Sonra yavaş yavaş çıldırır, hatta sizin yakanıza yapışıp “Bir şey söyle!” diye haykırır…
Size haykıran o suratın tam ortasına bir yumruk patlatmak dururken, boş boş bakar,
çaresizce dalgalanan yüz hatlarını izlersiniz, dim dik :)

Öldürdünüz O’nu.
Usul usul maziye karışmaya başladı bile,
Önce sesini, sonra yüzünü, en son söylediklerini unutacaksınız.

İyi bir finaldi.
Tek kelime etmeden söylenen, uzunca bir tirad…

15 Temmuz 2010 Perşembe

KAPI

BİR "İÇERİ" YARATMAK İÇİN
DIŞARIYI DIŞARIDA BIRAKMAK İÇİN
İÇERİYİ ÖRTERKEN
DIŞARIDA KALAN...
KAPI...
NE İÇERİDE NE DIŞARIDA
HEM İÇERİDE HEM DIŞARIDA
KAPI...

28 Mayıs 2010 Cuma

Ay defteri

Boşuna ''ödünç'' diye üsteleme... 
Al git... 
Geri getirmesen de olur... 
Geri alamayacağımı bildiğim ''ödünç'' lere bile yol veriyorum bugünlerde 
Zaten koyacak yerim yok. 
zaten benimseyemedim çoğunu, 
Al git... 

Verebileceğim 'sözde' ödünçler de bitecek, 
sonra kapım çalmaz olacak. 
Boş odalarımın camlarını tek tek açıp, 
Ay'ın karşısına duracağım. 
Birbirimizden hiç bir şey istemeden 
öylece bakışacağız. 
Ne o içeri girecek, 
Ne ben çıkacağım dışarı. 
işte eşsiz bir an :) 
Kıymetsiz bir kağıdın köşesinde 
dile gelecek Ay, 
ellerimi ele geçirip. 

'Acı' zerreye dönüşürken usul usul, 
kelimeler çoğalacak, 
dolacak sayfalarım... 

Siz, geri vermediklerinize sevinirken 
unutacaksınız ya başınızı kaldırıp 
Ay'a bakmayı ! 
Derin hesaplarda geçecek ya geceleriniz.. 

işte 'kazanmak' diye siz, buna diyeceksiniz ' 

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Yazanın mahremi gibi görünse de yazı, okuyanın uykusu...

Bir yazar ancak bir anafor yaratabilir… o anaforun okuyucuyu çekip içine bıraktığı çıplak ayakla gezilen yer, yazara ait değildir. 
O mekan anafora düşenindir. Üstü açık, yüksek tavanlı, güney, kuzey, batı, doğu cepheli, süslü perdeli, penceresiz, boş dolu, karanlık, loş, yada aydınlık su gibi… orası okuyanın mekanıdır. Herkes başkasının kapısından girip kendi odasına düşer. Yazanın mahremi gibi görünse de yazı okuyanın uykusudur. Tek ona ait, başka kimsenin göremediği, hatta kendisinin bile 2. kez göremeyeceği rüyası… 
Yazarı kıskandıran rüyası…Yazarın yazmadığı gibidir düşülen o yerler. Kelimelerle uyuşturularak girilebilir, büyülü mekanlar…Her acı daha katlanılabilir, dünya hali daha olağan, beynindeki tümörü kağıda çizip uzun uzun baktığın çalışma masan o mekandadır. Cerrahpaşa Tıp'tan uzak bir yerdir, meclisten, bu ay kirası artacak olan evinden uzaktır o yer, ısıtma sorunu yoktur, çıplak girdiğin ve tanrıyı en çok hissettiğin havada asılı bir mekan…uzaktan denizi görme hırsı olmayan denizi içinde, dağı içinde, dereleri henüz kurumamış. .. bahçesinde isimsiz çiçekler açan. Fiyatsız bir mekan…. 

11 Mart 2010 Perşembe

İnancını yitirenlere..

Tek başına bir "kalabalık" iken, çoklar içinde bir "tek" olursun zamanla. İşte buna büyümek derler.
Herşeye inandığın, hayal dünyasında yaşadığın günler yavaş yavaş geride kalır. 
Artık kimseye güvenmez olduğunda "İnançsızlığın" para eder, tedirginliğin taktir alır, “Çok sağlamcı, kimseye güvenmez” derler senin için. Senden büyüğü yok artık :) 

Büyüdükçe inançsızlaşır, inançsızlaştıkça yalnızlaşırsın. 
Bu yüzden kimi kalabalık sofralara tek başına bir dağ yolculuğuna çıkar gibi oturursun.
Sofrada herkes büyük. Senden alabileceği kadar cömerttir karşındaki. Sofrada bugün tavuk varsa
senin kümesdeki kazı görmüşlerdir dün :) Eee herkes büyük...Herkes en büyük !

Yeterince büyümüş, insana inancını yitirmiş, arslanın ağzındaki ekmeği kapmış, evliliğe tamamen pragmanist bir doğayla bakarak "yaşlanınca beni tuvalete götürecek kişi" hesapları yapmışsan,
bayrağı devretme zamanı gelmiş artık. Sen oldun çünkü :)

O muhteşem yalnızlığını ancak bir bebek bozabilir. Sana ait zannetsende tek başına bir kalabalık olan, parmağına bakıp doğaya hayran kalacağın, yeniden bir insana inanmanın tadına varacağın küçücük bir bebek. Senden büyüğü yokken seni kimse deviremezken, bakışıyla seni eritebilecek bir bebek :)

Seni kalabalıkların arasından çekip çıkartabilecek tek kişi ...:) 
Amacın onu büyütmek olacak ...Ne tuhaf !

24 Şubat 2010 Çarşamba

Sus Pus

Dokunsan kırılır dokunmasan öksüz, 
Akıp giderken tüm dünya, bir duvar dibinde kendi haline 
Öylece sessiz öylece tenha 
filizlenmiş bir tutam, 
yeşil gözleri. 

Elinde kılınç, 
Belinde kemer, 
Kalbe zarar bir keder, 
Ne zaman derin bir uyku okşasa saçlarını 
Ne zaman tüm yükünü atıp, sırtını yaslasa duvara, 
Tekme atarak içinin fay hatlarına 
Çıkıp geliyor, tüm gürültüsüyle şehir. 

Karnındaki deniz dalgası bir durulsa, 
Batmasa gemileri mesela 
Mesela arayıp sorsa birileri. 
Konuşsa çocukluğundan, 
Eski günlerdeki gibi dursa çay bardakta... 

Neden bu kadar çok susuyor kendine. 
Bulmak için cevapları 
çıkmak en yükseklerine, atlamak en derinlerine 
Bir zamanlar tüm harıyla coşan bir hayatı vardı. 
İşte o hayatını uyandırmak için yeniden, 
Belki Gözünün içine bir kıvılcım atabilir rüzgar, 
sonra incecik flüt sesi duyar, kim bilir ? 

Kimbilir Belki 
Herşeyden el etek çektirmeye gücü yeten bir 'dün' gibi 
Hayata balıklama daldıracak kadar kudretli bir 'gün' de besliyordur ömrü. 

15 Ocak 2010 Cuma

İlk Veda Anneye yapılır

Takribi 280 gün. Tam anlamıyla kurala uyan olmamıştır ama üç aşağı beş yukarı böyledir bu. Anne karnında tam 9 ay dünya yolculuğunuz için zırhlanırsınız. Kalbinizin güçlü atmasını, 
el ve ayak parmaklarınızın en azından mercimek taneleri kadar filizlenmesini beklersiniz.
“Doğmaya hazır olmak” demek “Mücadeleye hazır olmak” demektir aslında. 
9 ay 10 gün biter, küçük başınızı uzattığınızda, omuzlarınız, kollarınız, mercimek parmaklarınız takip eder başınızı ve “işte ilk veda”

İlk vedayı annenize yaparsınız. Herkes gelişinizi bir kavuşma zannederken aslında 
vedadır doğmak. Birinin içinde bir iç iken, kendi başınıza bir beden olarak kalakalırsınız. 

Hayatta kalma serüveni başladı işte. Mercimek parmaklar büyümeli şimdi. Öğrenmeli, gelişmeli, güçlenmelisiniz.

Kalabalıklara karışmak bence en anlamlısı vedaların. Kalabalık anne sütü gibi besleyici ve güçlendiricidir. Hele kalabalığın içinde karşılaştıklarınız. Annesiye vedalaşan milyonlarca bebekle tanışmak, onlara kavuşmak, onlarla sohbet etmek uzun uzun, onlarla dost, onlarla arkadaş olmak, onlarla ev arkadaşı olmak, onlarla salçalı makarna yemek, marifetmiş gibi hergün mutlaka alkol almak, onlarla doğmak değil belki ama onlarla kendini bulmak. 
Hatta kalabalıktan birine aşık olup bir bebek büyütmeyi ve bebeğine veda etmeyi göze almak.

30 yıl önce anneme veda ettim. Karıştığım kuru kalabalığı bir serüvene dönüştürdü dostlarım. 
Annelerimize veda edişlerimizi kutladık mumlu pastalarla ve işte bir tane daha….
Emek verdiğim, bana emeği çok geçen Emek…Cesurca doğuşunun 30. Yılı kutlu olsun. 
Diliyorum ki bize veda eden cesur bebeklerimiz olsun, bebeklerimiz kendi kalabalıklarında birbirlerini bulsun…